Sunday Aug 18, 2024

Şanslı Hans

Hans yedi yıl boyunca patronunun yanında çalıştıktan sonra, "Efendim, benim zamanım doldu. Yine annemin yanma döneceğim; bana ücretimi verin" dedi.
Efendisi, "Sen bana hep sadık kaldın ve namuslu çalıştın; ücretin de ona göre olacak" diyerek Hans'a kafası büyüklüğünde bir külçe altın verdi.
Hans cebinden bir mendil çıkararak külçeyi sardı sonra da sırtlayıp yola çıktı.
Ağırlığını bir ayağından öbürüne vere vere bir süre yürüdü; derken bir atlı gördü. Binicisi şen şakraktı, zinde gözüküyordu.
"Ah!" diye söylendi Hans yüksek sesle, "At sürmek güzel bir şey! Koltuğa oturur gibi! Ayağın taşa sürtmüyor, pabucun eskimiyor ve istediğin kadar yol gidiyorsun..."
Bu sözleri duyan binici, durup ona seslendi: "Heey, Hans! Niye yaya yürüyorsun?"
"Mecburum" diye cevap verdi, "Yüküm var; altın taşıyorum, ama kafamı oynatmaya kalksam omzuma batıyor."
"Değişelim istersen?" dedi binici. "Ben sana atımı vereyim, sen bana yükünü."
"Seve seve" dedi Hans, "Ama söyleyeyim sana, bunu taşımak zorunda kalacaksın."
Binici atından indi, altını aldıktan sonra hayvanın dizginini Hans'ın eline verdi. "Hızlı gitmek istersen dilini şaklat ve deh! deh! de!" dedi.
Hans'ın keyfi yerine gelmişti; ata biner binmez kendini öyle özgür hissetti ki! Biraz sonra daha hızlı gitmek istedi ve dilini şaplatarak "deh! deh!" dedi.
At tırısa kalktı; oğlan ne olduğunu anlamadan kendini tarlayı ana yoldan ayıran bir hendeğin içinde buldu. Eğer inek arabası gütmekte olan bir köylüyle karşılaşmamış olsaydı at çekip gitmiş olacaktı.
Hans düştüğü yerden ayağa kalkarak toparlandı. Canı çok sıkılmıştı. Köylüye, "Ata binmek hiç de kolay değilmiş! Hele böyle yaşlı ve sahibini sırtından atan biri olursa! Senin ineğin daha iyi! En azından rahat güdebilirsin, her gün sütünden tereyağı ve peynir yaparsın. Keşke benim de böyle bir ineğim olsa!" diye yakındı.
Köylü, "Sana bir kıyak yapayım" dedi. "İneği senin atınla değişirim!"
Hans çok sevinerek bu öneriyi kabul etti. Köylü de ata atladığı gibi oradan uzaklaştı.
Hans sakin sakin ineği güderken şöyle düşündü: "Bir somun ekmeğim oldu mu, deme gitsin! Acıktığım zaman tereyağı ve peyniri katık ederim; susayınca da süt içerim. Daha ne olsun ki!"
Bir hana vardığında mola verdi; öğle ve akşam yemeği için ayırdıklarının hepsini yedi. Cebindeki son parayla da yarım bardak bira içti. Sonra ineğini güderek ana ocağının yolunu tuttu.
Öğlen oldukça sıcaklık arttı; bir otlağa varıncaya kadar bir saat geçti. Çok terlemişti; hararetten dili damağına yapışmıştı. "Şu ineği sağayım da, susuzluğumu gidereyim" diye düşündü. Hayvanı ince bir ağaca bağladı; yanında kova olmadığı için meşin kasketine birkaç damla süt akıtmaya çalıştı. Ama tek bir damla süt alamadı. Sağarken acemice davrandığı için hayvanın sabrı tükendi; arka ayaklarıyla Hans'ın kafasına öyle bir çifte attı ki, oğlan sallanarak yere düştü ve bir süre kendine gelemedi.
Neyse ki, o sırada arabasında besili bir domuz taşıyan bir kasap geçiyordu oradan. "Bu ne şamata yahu!" diyerek Hans'a yardım etti.
Hans başına geleni anlattı. Kasap ona şişesini uzatarak, "İç biraz da kendine gel! Bu inek sana süt vermez, çok yaşlanmış. Bunu ya arabaya koşacaksın ya da keseceksin" dedi.
"Vay canına!" diyen Hans, saçını sıvazlayarak arkaya taradı. "Kimin aklına gelirdi ki! Tabii, bunu evde kestim mi ne et verir ama! Ama ben sığır etinden hoşlanmam; sert olur çünkü. Evet, şöyle besili bir domuz olsaydı! Onun lezzeti başkadır; sosisle salam da yaparsın!"
"Dinle, Hans" dedi kasap, "Senin hatırın için domuzumu bu inekle değişirim."
"Sağ ol be dostum" diyen Hans ineği adama verdi. O da domuzu çözerek ipini Hans'ın eline verdi.
Hans yoluna devam ederken düşündü. Şimdiye kadar her isteği yerine gelmişti. Ne zaman can sıkıcı bir şey olduysa çaresini de bulmuştu.
Derken koltuğunun altında bir kaz taşıyan bir delikanlıya rastladı. Bir süre beraber yürüdüler. Hans şansından bahsetmeye başladı; kendi çıkarına yaptığı değiş tokuşları anlattı.
Delikanlı da ona, yanındaki kazı bir vaftiz ayinine yetiştireceğini söyledi. Hayvanı kanatlarından tutarak, "Şunun ağırlığına bir bak" dedi. "Sekiz hafta adamakıllı beslendi. Bunu kızartacak olan önce her iki tarafındaki yağları ayırmalı."
Hans onu elinde tartarak, "Doğru" dedi. "Ama benimki de yabana atılır şey değil!"
Delikanlı domuza dört bir tarafından baktıktan sonra, düşünceli düşünceli kafasını iki yana salladı. "Dinle" dedi. "Bu domuzun nerden geldiği belli değil! Benim geldiğim köyde muhtarın ağılından bir domuz çalmışlar. Korkarım seninki o çalınan domuz! Aratmak için adam çıkartmışlar. Senin elinde görürlerse yandın demektir! Hapse atarlar seni."
Saf saf dinleyen Hans korktu. "Eyvah, sen bana yardım et; buraları daha iyi bilirsin" dedi. "Benim domuzu sen al, karşılığında da kazı bana ver."
Delikanlı, "Bu riski göze alayım bari. Yeter ki, senin başına bir şey gelmesin" dedi ve domuzu aldığı gibi hemen yan yollardan birine dalarak oradan uzaklaştı.
Hans içi rahatlamış olarak koluna sıkıştırdığı kazla yoluna devam etti. Kendi kendine, "İyi ki değiş tokuş ettim! Önce hayvanı güzelce kızartırım, yağını da ekmek yapmakta kullanırım. Bu beni üç ay idare eder. Tüylerini de baş yastığıma doldururum; onun üzerinde de ne uyku çekilir ama! Annem de kim bilir ne kadar sevinecek" diye söylendi.
Son köyden geçerken bir bileyciye rastladı; adam hem çarkını döndürüyor hem de türkü mırıldanıyordu:
Çarkı çevirir, makas bilerim,
Rüzgâr biraz dursun dilerim.
Hans durup ona baktı; sonunda onunla konuştu. "Bakıyorum keyfin yerinde; hem çalışıyorsun, hem de şarkı söylüyorsun!"
"Evet" dedi bileyci. "Bu el işinde çok para var. İyi bir bileyci elini cebine attı mı, her zaman para bulur! Bu güzel kazı nerde satın aldın sen?"
"Satın almadım; domuzumla değiştim."
"Domuzu?"
"İnek vererek aldım."
"İneği?"
"Atla değiş tokuş yaptım."
"Atı nerden buldun?"
"Başım kadar büyük bir külçe altınla değiştim."
"Peki, ya altını?"
"Yedi yıl çalışmamın karşılığı o."
"Her taşın altından kalkmışsın" dedi bileyci. "Cebinde hep para şıngırdasın, ister miydin? Şans yine başına vurdu." - "Nasıl yani?" diye sordu Hans.
"Benim gibi bileycilik yapacaksın! Bunun için bir tane biley taşı gerek. Gerisi kendiliğinden gelir. Bende bir tane var, biraz kullanılmış, ama iş görür. Bunun karşılığında bana kazı ver! Ha, ne dersin?"
"Lafı mı olur? Yani dünyanın en mutlu insanı olacağım. Elimi ne zaman cebime atsam para çıkacak; artık hiç tasalanmam" diyen Hans kazı adama vererek taşı aldı.
Bileyci yanında duran çok daha ağır bir taşı uzatarak: "Al sana iyi bir taş. Bununla kalkmış çivileri çakarsın. Al, iyi sakla" dedi.
Hans taşları yüklenerek yola koyuldu; gözleri sevinçten parlıyordu. "Ben çok kısmetliymişim" diye haykırdı. "Ne istedimse oldu."
Bütün günü ayakta geçirdiği için yorulmuştu; karnı da acıkmıştı. Ama yolluğunu yiyip bitirmişti.
Yürümekte zorlandı; ikide bir durup bekliyordu. Keşke hiç yüküm olmasaydı diye düşünmekten kendini alamadı. Tarladaki kuyuya sümüklüböcek hızıyla ulaşabildi; orada dinlenip buz gibi sudan içmek istiyordu. Taşlar zarar görme- sin diye yere çömelirken onları kuyunun kenarına koydu. Kuyuya sarkıp dibini görmeye çalışırken, farkında olmadan taşlara değiverdi; onlar da cupp! diye kuyunun içine düştü.
Hans sevinçle yerinden fırladı. Sonra diz çökerek kendisini şu taşlardan kurtardığı için yaşlı gözlerle Tanrıya dua etti.
"Kimse benim kadar mutlu olamaz" diye içi rahatlamış olarak, hoplaya zıplaya ve güle oynaya ana ocağına yollandı.

Bu bölüm size Podbean.com tarafından sunulmaktadır.

Copyright 2024 Podbean All rights reserved.

Podcast Powered By Podbean

Version: 20240731