Sunday Aug 18, 2024
Çizmeli Kardeş
Hiçbir şeyden korkmayan bir asker hiçbir şeyi de umursamıyordu. Ordudan ayrıldıktan sonra, hiçbir meslek öğrenmediği için para kazanamadı; orada burada dolaşıp işi dilenciliğe kadar vardırdı.
Üzerine eski bir yağmurluk çekti; manda derisinden yapılma çizmelerini giydi.
Bu şekilde dağ taş demeden yollara düştü; tarlalardan geçti, patikalardan yürüdü, derken bir ormana vardı. Önce nerede olduğunu anlamadı, ama kesilmiş bir ağacın kütüğünde oturan iyi giyimli bir adam gördü. Adam yeşil renkte bir avcı ceketi giymişti.
Asker onunla tokalaşarak yanına, çimenler üzerine oturdu ve bacaklarını uzattı.
"Bakıyorum, çizmelerin çok güzel! Pırıl pırıl parlıyor" dedi avcıya. "Ama benim gibi çok yol yürürsen dayanmaz onlar. Benimkilere bak, manda derisinden; yıllardır kullanıyorum dağ taş demeden!"
Bir süre sonra asker ayağa kalkarak şöyle dedi: "Burada daha fazla kalamam. Karnım acıktı! Söylesene Çizmeli Kardeş, bu yol nereye gider?"
"Ben de bilmiyorum" diye cevap verdi avcı. "Ormanda yolumu kaybettim."
"Benim başıma gelen senin başına da gelmiş" dedi asker. "Aynı kaderi paylaşıyoruz demektir. İstersen birlikte yola çıkalım."
Avcı hafifçe güldü; sonra beraber yola koyuldular. Gittiler, gittiler, derken karanlık bastırdı.
"Bu ormandan çıkamayacağız" dedi asker. "Ama uzakta bir ışık görüyorum, orada yemek de buluruz belki."
Taştan yapılma bir eve vardılar ve kapıyı çaldılar. Bir kocakarı kapıyı açtı.
"Yatacak bir yer arıyoruz" dedi asker. "Biraz da yiyecek bir şey, çünkü karnım zil çalıyor!"
"Burada kalamazsınız" diye cevap verdi kocakarı: "Burası haydut yatağıdır; aklınız varsa, onlar dönmeden kaçarsınız; yoksa sizi bulurlarsa hapı yutarsınız!"
"Boş versene sen! İki günden beri mideme bir şey girmedi; ha burada ölmüşüm, ha ormanda, ne fark eder ki! Ben içeri giriyorum" dedi asker.
Avcı girmek istemedi, ama asker onu kolundan çekerek, "Gel, arkadaş, postu kolay deldirtmeyiz" dedi.
Kocakarı onlara acıdı. "Şu sobanın arkasına saklanın; onlar yemek yiyip uyuduktan sonra size bir şeyler verebilirim" dedi.
Tam o köşeye çekilmişlerdi ki, on iki haydut içeri daldı; hazır sofraya oturdular, arsız arsız yemek istediler.
Kocakarı onlara bir tepsi içinde kızarmış et getirdi; haydutlar yemeğe saldırdı.
Asker et kokusu burnuna gelince avcıya, "Daha fazla dayanamayacağım, kalkıp ben de onlarla yiyeceğim" dedi.
"Canımızı tehlikeye atıyorsun" diyen avcı onu kolundan tuttu. Ama asker yüksek sesle öksürmeye başladı.
Bunu duyan haydutlar çatalı bıçağı bir yana bırakarak yerlerinden fırladı ve sobanın arkasında saklananı buldular.
"Ooo, beylere de bakın hele! Ne arıyorsunuz burada? Casusluğa mı çıktınız yoksa? Bekleyin de, size ağaçta sallanmayı öğretelim" dediler.
"Ağır olun bakalım" diye karşılık verdi asker. "Benim karnım aç, önce yemek verin, sonra ne isterseniz onu yapın."
Haydutlar şaşırdı. Şefleri, "Bakıyorum korkmuyorsun! Güzel! Yemek verelim, ama sonra öleceksin!"
"Görürüz" diyen asker masaya oturdu ve hiç korkmadan kızartmaya el attı. Avcıya dönerek, "Gel, çizmeli kardeş, sen de ye! Benim kadar acıkmışsındır, kendi evinde bile bundan daha iyisini bulamazsın" dedi.
Haydutlar askere şaşkınlıkla baktılar ve "Herif hiç tınlamıyor be" dediler.
Sonra asker, "Yemek iyiymiş. Şimdi içecek bir şey getirin" dedi.
Haydut şefi keyiflendi, bu küstahlığı da sineye çekerek kocakarıya seslendi: "Mahzenden bir şişe şarap getir, en iyisinden" dedi.
Asker şişenin mantarını ses çıkartacak şekilde çıkarırken, "Bak, çizmeli kardeş, buna bayılacaksın! Buradaki eşdostun şerefine içiyorum" dedi ve şişeyi haydutların başı üzerinde gezdirerek: "Hepiniz çok yaşayın, ama şimdi ağzınızı açıp sağ elinizi havaya kaldırın" diye ekledi. Bu sözler ağzından çıkar çıkmaz haydutların hepsi hareketsiz kaldı. Hepsi taşlaşmıştı; ağızları açıktı ve sağ elleri havaya kalkmıştı.
Avcı askere, "Bakıyorum, çok marifetlisin! Hadi eve gidelim" dedi.
"Ohoo, acele ediyorsun be çizmeli kardeş! O kadar erken gitmeyelim. Düşmanı yendik, şimdi ganimete bakalım. Herifler ağızları açık, bize bakıyor, ama ben izin vermedikçe kımıldayamazlar. Gel, ye, iç" diye karşılık verdi asker.
Kocakarı bir şişe şarap daha getirdi ve asker üç günlük yiyeceği bir oturuşta bitirdikten sonra sofradan ancak kalktı.
"Hadi artık kirişi kıralım. Kestirmeden gitmeden önce kocakarıya şehrin yolunu soralım" dedi.
Şehre vardıklarında asker eski arkadaşlarıyla buluştu:
"Ormanda bir haydut yuvası buldum, gelin de şunları kodese tıkalım" dedi. Sonra arkadaşlarını oraya götürdü. Bu arada avcıya, "Sen de gel bak, onları ayaklarından bağlarken nasıl debelenecekler, görürsün" dedi. Arkadaşları haydutları çember içine aldıktan sonra asker şarap şişesini eline alarak bir yudum içti. Sonra şişesini onların başları üzerinde gezdirirken, "Hepinizin şerefine!" diye seslendi. Aynı anda hepsi hareket etmeye başladı, ama muhafızlar hemen onları birer çuvala koyarak bir arabaya yükledi.
Asker, "Doğru hapishaneye götürün bunları" diye ekledi.
Ama avcı adamlardan birini yanına çağırarak ona bir şey söyledi.
"Çizmeli kardeş" dedi asker, "Düşmanın hakkından geldik, karnımızı doyurduk. Hadi şimdi rahat rahat yola koyulalım."
Şehre yaklaşırken asker, şehir surlarına bir sürü insanın toplandığını, hepsinin sevinç naraları attığını ve havalarda zeytin dalları salladıklarını gördü. Derken üzerlerine doğru bir muhafız alayı geldi.
"Ne oluyor yahu?" diye şaşırarak avcıya sordu.
"Uzun zamandan beri kral bu yöreden uzaktaydı; bilmiyor musun? Bugün geri dönüyor; herkes de onu karşılamaya çıkmış" diye cevap verdi avcı.
"İyi de, kral nerde peki?" diye sordu asker: "Ben görmüyorum."
"Burada" diye cevap veren avcı ceketini çıkardı; kraliyet elbisesi göründü. "Kral benim; gelişimi bildirmiştim" dedi.
Asker dehşet içinde kaldı, hemen yere diz çöktü ve ona sıradan bir insanmış gibi davrandığı için özür diledi.
Kral ona elini uzatarak şöyle dedi: "Sen cesur bir askersin; benim bayatımı kurtardın! Artık sıkıntı çekmeyeceksin, ben gerekeni yapacağım. Bir gün canın haydut yatağındaki gibi bir kızartma isterse saraya gel. Ama birinin şerefine içmeden önce benden izin almalısın!"
Bu bölüm size Podbean.com tarafından sunulmaktadır.