Sunday Aug 18, 2024
Altın Çocuklar
Bir zamanlar fakir bir karı koca vardı; ufacık bir kulübeden başka şeyleri yoktu. İkisi de balıkçılıkla geçiniyordu; paraları yoktu.
Adam bir gün ağını savurduktan sonra altın bir balık yakaladı. Balıkçı şaşkınlıkla bakarken balık konuşmaya başladı. "Dinle, balıkçı! Beni tekrar suya salarsan senin kulübeni görkemli bir saray yaparım" dedi.
Balıkçı, "Yiyeceğim olmadıktan sonra sarayı ne yapayım?" diye cevap verdi.
Altın balık, "Merak etme sen! O sarayda bir dolap göreceksin. Onu açarsan içinde dilediğin her türlü yemeği bulursun" dedi.
Adam, "Hadi, senin dediğin olsun" diye karşılık verdi. "Güzel" dedi balık. "Ama bu kısmetin senin başına nasıl konduğunu, kim olursa olsun hiç kimseye söylemeyeceksin! Tek kelime söyledin mi her şey bozulur."
Adam o şahane balığı suya atarak kulübesine döndü. Ama kulübenin olduğu yerde şimdi görkemli bir saray vardı. Gözleri fal taşı gibi açıldı. Hemen içeri daldı; karısını en güzel giysiler içinde ve çok güzel bir tahta oturmuş buldu. Kadının keyfine diyecek yoktu.
"Vay canına, bu nasıl oldu ki? Ama çok hoşuma gitti" dedi.
Adam, "Evet, benim de hoşuma gitti, amakarnım zil çalıyor. Bana yiyecek bir şeyler ver" diye karşılık verdi.
Kadın, "Hiç yemeğim yok. Bu sarayda da hiçbir şey bulamıyorum" deyince adam, "Gerek yok; şurada kocaman bir dolap görüyorum, onu aç bakalım" dedi.
Kadın dolabı açınca içinden pastalar, et yemekleri, meyve ve şarap çıktı. Hepsi de iştah kabartıcıydı.
Kadın, "Bundan iyisi can sağlığı" diye sevinçle haykırdı. Birlikte oturdular, yiyip içtiler. Karınları doyunca kadın, "Bu zenginlik nerden geldi yahu?" diye sordu.
Adam, "Ahh, sorma daha iyi! Sana söyleyemem! Birine söyleyecek olursam kısmetimiz bozulur" dedi.
"Öyle olsun; demek ki bilmemem gerekiyor" diye cevap verdi kadın, ama aslında içi içini yiyordu. Gece gündüz rahat edemedi, durmadan adamın başının etini yedi.
Sonunda sabrı tükenen kocası tüm bu zenginliğin o harika altın balıktan kaynaklandığını, karşılığında da onu tekrar suya salıverdiğini anlattı.
Ama aynı anda saray içindeki dolapla birlikte yok oluverdi ve karı koca yine ufacık kulübelerinde kaldı.
Adam tekrar balığa çıktı; ağını atarak avlanmaya başladı. Şansı yaver giderek o balığı yine yakaladı.
Balık, "Dinle! Beni yine suya salarsan sana sarayını içindeki dolapla birlikte geri veririm! Dolabın içi pişmiş ve kızarmış yiyeceklerle dolu. Ama ağzını açma, sırrımızı ele verme, yoksa yine her şeyi kaybedersin" dedi.
"Hiç merak etme" diyen balıkçı balığı yine suya attı.
Eve döndüğünde her şey yine harikaydı; karısının mutluluğuna diyecek yoktu.
Ama kadının yine merakı tuttu; birkaç gün sonra yine bu işin nasıl başladığını ve nasıl olduğunu sordu.
Adam bir süre konuşmadan sustu. Ama karısı onu o kadar kızdırdı ki, sonunda dayanamadı ve sırrını ele verdi. Aynı anda saray toz oldu; yine ufak kulübede kalakaldılar.
"Gördün mü yaptığını! Yine aç kaldık işte" diye söylendi adam.
"Ah!" diye cevap verdi kadın, "Nereden geldiğini bilmediğim bir zenginliği ne yapayım ben. İçim rahat etmedikten sonra!"
Adam yine balığa çıktı. Yine eskisi gibi oldu, yani üçüncü kez aynı balığı yakaladı.
Balık, "Dinle" dedi, "Ben hep sana yakalanıyorum, bu belli! Al beni eve götür, bıçakla altı parçaya böl; iki parçasını karına ver, yesin; iki parçasını atına ver; son iki parçayı da toprağa göm ki, bereketini alasın."
Adam balığı evine götürdü ve söyleneni yaptı. Yere gömdüğü parçalardan iki tane altın leylak filizlendi; atın iki tane altın bacağı oldu; karısı da iki altın çocuk doğurdu.
Çocuklar büyüdü, yakışıklı birer delikanlı oldu. Leylaklarla at da onlarla birlikte büyüdü. Bir gün, "Baba, biz altın ata atlayıp dünyayı dolaşmak istiyoruz" dediler.
Ama adam, "Buradan çekip giderseniz ben buna nasıl dayanırım; yaşayıp yaşamadığınızdan bile haberim olmayacak" dedi.
"İki leylak burada kalacak. Ona bakarak bizim ne halde olduğumuzu anlarsın. Çiçekler solmazsa bil ki, sağlığımız yerinde; buruşup solarsa, anla ki hastayız. Eğer saplarından koparak yere düşmüşse, o zaman ölmüşüz demektir" dediler.
Böyle dedikten sonra yola çıktılar ve bir hana geldiler. Handa bir sürü insan vardı; hepsi altın çocukları görünce gülüp alay etmeye başladı. Oğlanlardan biri bu alayı duyunca öyle utandı ki, dünyayı dolaşmaktan vazgeçerek eve, babasının yanına döndü.
Öbürü yoluna devam etti; derken büyük bir ormana geldi. Oradan geçmeye kalkınca, "Orman haydut dolu; senin ve atının altından olduğunu görürlerse öldürürler seni" diye uyardılar onu.
Ama oğlan yılmadı. "Oradan geçmem gerek ve geçeceğim de" dedi. Atıyla birlikte ayı postuna büründü; artık altın falan gözükmüyordu. Ormana daldı. Biraz gittikten sonra fundalıkların ardında hışırtılar ve insan sesleri duydu.
Birisi, "Bir tane geliyor" dedi. Öbürü, "Bırak geçsin, bunlar ayıderili; bunlarda paramara olmaz; işimize yaramaz" diye karşılık verdi.
Böylece altın çocuk rahat rahat yoluna devam etti; başına da başka bir şey gelmedi.
Bir gün yolu bir köye düştü; orada bir kız gördü. Kız inanılmaz güzeldi; dünyada ondan daha güzeli olamazdı. Oğlan hemen âşık oldu ve onun yanına vararak, "Seni çok sevdim, karım olmak ister misin?" diye sordu.
Kız da ondan hoşlanmıştı; cevap olarak, "Evet, isterim, ömrüm boyunca da sana sadık kalırım" dedi.
Neyse; evlenmeye karar verdiler. İkisi de mutluydu. Tam düğün günü gelinin babası çıkageldi. Kızının evlenmekte olduğunu görünce çok şaşırdı ve çok kızdı.
"Ben ayıderiliye asla kız vermem" diyerek damadı öldürmeye kalktı. Kızı araya girerek yalvardı. "Ama o benim kocam ve ben onu seviyorum" diyerek babasını sakinleştirdi.
Ancak adam kafayı takmıştı bir kere! Ertesi sabah erkenden kalkarak damadının serseri bir dilenci olup olmadığını öğrenmek istedi. Gizlice yatak odasına baktığında yatakta çok yakışıklı, ama tamamen altından oluşmuş bir adam gördü; ayı postu da yere atılmıştı.
Hemen oradan ayrılarak, "İyi ki öfkeme yenik düşmedim, yoksa işleri berbat ederdim" diye düşündü.
Bu arada altın çocuk rüya görmekteydi. Koca bir geyiğin peşine düşmüştü! O sabah uyandığında bunu karısına anlattı. "Ben ava çıkıyorum" dedi.
Karısı korktu ve evde kalmasını rica etti. "Başına bir bela gelebilir" dediyse de oğlan, "Gideceğim, gitmem gerek" diye cevap verdi.
O gün avlanmak için ormana daldı. Çok gitmemişti ki, karşısına koskoca bir geyik çıktı; tıpkı rüyasındaki gibi. Oğlan silahını doğrultarak vurmak istedi; ama geyik yana sıçradı ve oradan kaçtı. Oğlan onun peşinden gitti; mezarlar ve çalılıklar arasından koştu, yürüdü ve bütün gün yorulmak nedir bilmedi. Akşama doğru geyik gözden kayboldu. Altın çocuk etrafına bakındığında küçük bir ev gördü; bu evde bir büyücü kadın oturuyordu.
Oğlan kapıyı çaldı. Yaşlı bir kadıncağız çıkarak, "Bu geç vakitte ormanda ne arıyorsun?" diye sordu.
Oğlan, "Hiç geyik görmedin mi?" dedi.
Kadın, "Evet, o geyiği biliyorum" diye cevap verdi.
O sırada kapının önünde ufacık bir köpek belirerek oğlana durmadan havlamaya başladı.
Oğlan, "Sus, yoksa vururum ha!" deyince büyücü öfkelendi. "Vay, demek benim köpeğimi öldüreceksin, ha!" diyerek delikanlıyı hemen taşlaştırdı. Oğlan orada taşlaşmış olarak kaldı.
Karısı bir süre onun yoluna baktıktan sonra, "Korktuğum başıma geldi" diye üzgün üzgün söylendi.
Baba evindeki öbür kardeş, leylaklardan birinin solduğunu görünce, "Eyvah! Kardeşimin başına bir şey geldi. Hemen gitmeliyim. Belki onu kurtarırım" dedi.
Babası, "Burada kal. Seni de kaybedersem ne yaparım ben?" diye sızlandı.
Ama o, "Gideceğim, gitmem gerek" dedi ve altın atına atlayarak yola çıktı. Derken kardeşinin taşlaştığı o koskoca ormana geldi.
Büyücü kadın evinden dışarı çıkarak ona seslendi; onu büyülemek istedi, ama oğlanın umurunda olmadı.
"Kardeşimi canlandırmazsan seni vururum" dedi.
Kadın istemeye istemeye parmağıyla taşa dokundu; az sonra canlı bir insan ortaya çıktı.
İki altın çocuk birbirlerine kavuştukları için sevinçle kucaklaştı ve birlikte ormandan uzaklaştılar. Biri karısına, öbürü de babasına döndü.
Babası, "Kardeşini kurtardığını anlamıştım" dedi. "Çünkü boynu bükük leylak tekrar canlandı ve çiçek açtı."
Böylece ömürlerinin sonuna kadar mutlu yaşadılar.
Bu bölüm size Podbean.com tarafından sunulmaktadır.